Ne ki şimdi bu?

Bu blog 2005 yılının Mayıs ayından beri tutuluyor. Kayıtların bir kısmı elimizde olmayan nedenlerle silindi. Kullanıcı Blogger ailesine 2008 yılında katılmış gibi görünüyor olabilir, siz ona inanmayın. Hem yazı hem fotoğraf olsun, bu ne kuru blog derseniz sizi Çalışmak Adamın Karakterini Bozar adlı Tumblr blogumuza alabiliriz.


Cuma, Mayıs 18, 2007

yaratım süreci çok sancılıydı

geçen günlerden birinde bir kısa film izledim, aklıma geldi. genç bir yönetmen ile genç bir senaristin ilk bir kaç filminden biri sanırım. kaçıncısı olduğunu bilemiyorum, ki zaten ayrıntısı bizi çok ilgilendirmiyor.

yine yaratım süreci çok sancılıydı türünde filmlere bir örnekti.

işte tam bu noktada kafama takılan soruya geldik: hep merak ederim ben... bütün genç yönetmenler/senaristler neden henüz biz yarattıklarına daha tam vakıf olamamışken hemen sorunlarını anlatmaya başlarlar ki?

yahu biz önce güzel şeyleri izleseydik... çiçekler olsaydı, böcekler olsaydı, insanlar birbirini sevseydi, dövüşmeselerdi.

ama olmaaazzz...
hemen bi hayat ne tuhaf, vapurlar filan tripleri ... nedir yani?

oysa dostluklar da böyle başlamaz mı azizim? önce güzel şeyleri paylaşırsın, unutulması imkansız güzel hatıralar biriktirirsin, el ele kırlarda koşarsın neşe dolu yüreğinle; ardından zamanı gelince başa gelen derde ortak olursun yaşanan güzel günlerin hatrına. diiğğ mi efendim, diiiiğğ mi?
halbusi hepimiz kısayız, hepimiz filmiz...

yine mi güzeliz, yine mi çiçek?

şu "yaratım süreci çok sancılıydı" hadisesi ise ayrı bir mesele tabi. onu başka bir başlıkta incelemek lazım ama hazır ekşiye yazmışken buraya da yazayım

sanatçı yahut sanatçı adayının yapıtını eleştirmenlerle ve/yahut izleyici/dinleyici/okuyucularıyla paylaştıktan sonra konuyla yani "yaratım süreci nasıldı?" benzeri soruya karşı verdiği klişe cevaptır bu.

ama baksanıza efendim, adamın paçalarından akıyor yaratıcılık aslen. bir anlamda adama hak vermemek de elde değil. teşbih desen var, tespit desen var, hatta kimine göre teşbih i beliğteşbih i mubalağa dahi var. metafor desen, kralını yere serer. (artık dalgasını geçiyoruz ama bunu kullanarak kimleri ne sancılara sürüklemişlerdir vaktinde, bir düşünsenize. (smiley was here)

sanatçı kıvrım kıvrım kıvranmayacak da biz mi kıvıracağız bu işi? peh peh peh...


yazı ile ilgili seçtiğim görsel hakkında
:

yani:
"less is more"
yani
"az çoktur"
yani
"basit, hoştur".
yani:
"kısa iyidir"! (:
kimine göre de

sanal alemin sanal tanrıları üzerine

bu gün buraya alakasız, hastane adında bir öyküyü koyacaktım aslında lakin gider ayak sosyomat'a uğradığımda gördüğüm bir etiket dikkatimi çekti ve yapışırverdim.

etiket başlığı ve içeriği aslında aklımda olan bir yazı ile ilgiliydi. yani ben daha önce yazmak istiyordum bu konu ile ilgili.

sosyomatta kısa zamanda popülarite kazanmış, her etikete tutunması ile ünlü sevdatremisu adlı arkadaşın bir yazısı da bahsi geçen etikette yönlü olduğundan eh, madem bu gün bize böyle bir yazı döşenmek kısmetmiş dedim.


etikete tek kişi yapışıktı ilk başta, yani kendisi. lakin sadece etiket olarak bakıldığında, yazıya gönderme olduğunu düşünmediğimizde anlamsız olduğundan gittim ben de yapıştım aynı etikete. sonra da başladım duraksız yazmaya. zira zaten konu ile ilgili çok fazla düşünmek gereksizdi... (:


sanal dünyanın sahte efendileri
sosyomat bu aralar teknik olarak pek çok hata verdiğinden bu ahkamım da ne yazık ki bir görünüyor bir kayboluyor. acep uzun mu geldi bilemiyorum ama refresh yaptığımda asıl post ettiğim yerde yani sosyomat etiketinde bir çıkıyor, bir siliniyor. oradan okumak isteyen biraz F5'e yüklensin yani

ahkam:

etikete tek kişi yapışık olduğunda anlamını yitiriyor ve sadece bunlarla ilgili olunduğu anlamı çıkıyor diye ben de yapıştım.
şimdi asıl anlamını buldu etikete yapışık kişi sayısı çoğul olduğunda (:

kim ilgili görelim bu tanrılarla...

konuya gelecek olursak;
bu tür mecraların en büyük ve en güzel özelliği kendini istediğin gibi pişirip istediğin gibi sunabilmen.

yani nasıl ki sosyomat ve diğer network siteleri için pilli ailesi yeni araçlar geliştiriyor, yeni yeni oyuncaklar pişiriyorsa biz de kendimizi içimize dilediğimizi katarak pişirebiliriz. bu kimine tuzlu gelir, uzak durur. kimine tatlı gelir, yanına yaklaşır, onu kavrar ve bir çırpıda miğdeye indirir.
kimisine çok tatlı gelir ve dilindeki tadın aşırılığından sebep ağzından çıkanlar da az biraz aşırı olur.

pişirdiğimiz bu sanal varlığın içine kattığımız malzemelerin değeri ise ancak ve ancak o malzemeyi daha önce bilen, tadına bakmış, hatta özümsemiş; belki bir hayat biçimi haline getirmiş insanlarla bilinebilr.
yani şimdi adamın eline tadına hiç bakmadığı bir meyveyi verirsen o da onun daha nasıl yenileceğini bilmediğinden ancak şekline, duruşuna, rengine bakarak yorum yapabilir, verdiği değer de ancak biraz önce belirttiğimiz nitelikler üzerinden olur. nicelik hakkında fikri olmadığından destursuz beyan eder görüşünü.

bilgiye açık bir insansa ve bi' gün o meyve hakkında bilgi sahibi olmak isterse; onu tatmayı gözü yerse alacağı tad ise geçmiş kültürel ve sosyal deneyimleri ile şekillenir. bu deneyimleri harmanlamak konusundaki becerisi ve sosyal duruşu neticesinde doğru yahut yanlış bir tanımlamaya/benzetmeye ulaşır.

yani: bilinen kadarıyla yapılan yorumlar bahsi geçen meyvenin değerini ne yükseltir, ne de düşürür; lakin algı farkından dolayı o meyveye bakış elbette farklı olacaktır ve kimisi için inanılmaz yararlı bir meyve olurken kimi zaman da ihtiyaçlar dahilinde esamesi dahi okunmayacaktır ve yine; kabuğundaki vitamin, bileşimindeki mineral yahut artık her neyse; onların değeri bilinmiyorsa sadece rengi ve kokusu dikkate alınacaktır.

bu tür sanal mecralarda da işte tam bu noktada görüntü girer devreye. görüntü illa ki burada fotoğraf ve benzeri şeyler olarak algılanmamalı elbette. kendini ifade etme biçimin her neyse o olarak bakılmalı. bu kimine etiket, kimine fotoğraf; kimine resim kimine göre de bir south park karakteri olabilir.

lakin: görüntünün işleniş biçimi ne kadar basit ve dolaysız olursa o kadar dikkat çeker ortalama deneyimler nedeniyle. zira hiç tanımadığınız bir fransız tiyatro oyuncusu eğer ki çok güzel/çok yakışıklı bir kadın/adam değilse bakan kişiye bir şey ifade etmeyebilir eğer o konuyla/fransız sinemasıyla/oyunculukla ilgili özel bir dikkati yok ise.

bu noktada varlığını bu tür sosyal mecralarda sürdüren ve hatta belki de çok önemseyen kimselere baktığınızda cevabı bulursunuz. olabildiği kadar yalınlardır.

bu tanrılar ulaşılabilirdir. zaten bu yüzden sanal dünyanın efendisi olurlar. halk onlara ulaşabilmek ister. o her yerde elini omzuna atabilmeli, gerektiğinde devreye girmelidir.

eğer haddiden fazla karmaşık ve yine haddiden fazla deneyim+bilgi gerektiren görüntüler verirse/ahkamlar keserse/etiketler eklerse de yavaş yavaş tebasını kendinden uzaklaştırır. bu konudaki kıvam kişinin kendisine kalmıştır.

şimdi karar verin: burada ne için varsınız ve sanal dünyadaki varlığınızı ne kadar önemsiyorsunuz? eğer bu sizin için mühimse tarifi dileğinize göre uygulayın.
afiyet olsun

(:

[neden yazdım? bilmiyorum. sevda'nın da diyorum.com'daki yazısını okudum bu arada.] linki de şu: sanal dünyanın sahte efendileri

[link vermeyi öğrenin anacım. uğraştırmayın biz tembelleri] (:


yazı ile ilgili seçtiğim görsel hakkında
: aklıma ilk olarak bu baltalı ilah geldi (: süper bir anti-kahraman olduğu için... süper bir beyne sahip... taktir ediyorum yaratıcılarını ve buradan kendilerini selamlıyorum. ha ayrıca yine buradan hazır selam lafı gelmişken, amcamgillerle kaynımgillere de selam ederim (:

yazıyı yazarken dinlediğim parça/lar:
Marilyn Monroe - Diamonds Are a Girl's Best Friend
Marilyn Monroe - My Heart Belongs to Daddy (björk bu kadını taklit etmiyorsa, ne olayım... bunun üzerine de yazacağım bi ara unutmazsam. unutursam siz anımsatın)
The Cult - Sacred Life (teşekkürler puxavida)