Ne ki şimdi bu?

Bu blog 2005 yılının Mayıs ayından beri tutuluyor. Kayıtların bir kısmı elimizde olmayan nedenlerle silindi. Kullanıcı Blogger ailesine 2008 yılında katılmış gibi görünüyor olabilir, siz ona inanmayın. Hem yazı hem fotoğraf olsun, bu ne kuru blog derseniz sizi Çalışmak Adamın Karakterini Bozar adlı Tumblr blogumuza alabiliriz.


Cumartesi, Mayıs 26, 2007

nasıl delirdi?

yıllar önceydi... acele etme diye bir parçası vardı ki, arka ofiste radyo dinlerlerken bu parça çıktığında kendi odamdan ışık hızıyla oraya geçip radyonun üzerine bir bengal kaplanı gibi atılır, radyoyu değiştireceğim diye basmadığım düğmesini bırakmazdım. o derece sinir yaptırırdı bu parça ve hande yener bende.

hele ki her cümle başlayışında duyduğum nefes sesi iliklerime kadar titrememe neden olur, "bu kadının neresine bayılıyorsunuz?" diye sorarak geceler boyu süren kabuslarıma bir cevap aranırdım.

kaydın kötülüğünden midir bilinmez ama her cümleye başlayışında yani
"acele etme (nefes) bu aşk dediğin (nefes) biraz zaman alıyor (nefes) ..." diye giden bir parçanın günlerce en çok çalınan parça olması varlığımı sorgulamama sebep olurdu, o derece.

sonra bir gün apayrı diye bir albümü çıktı. albümü nasıl ve nereden edindiğimi anımsamıyorum ama kendi imkanlarımla sağladım sanırım.

kim bilebilir aşkı diye parçasını dinleyip bunda bir iş var diyerek tüm parçaları dinlemeye yeltendiğim anımsıyorum sadece. "gönül su bende, yazı yazılamaz. unutulan aşkın yası tutulamaz. ne git dedim, ne de kal. sevene kelepçe vurulamaz" diye sözleri olan bir kelepçe parçaya klip çekildi önce. sonra bu klip versiyonunun üzerine clup versiyonu da kulağıma çalındı.

"bu kız saf, kötülük yok içinde" diyordu parçada.. "
sıkılmıştı zaten inadından, düşen bin parça asıl suratından" diye gidiyordu. (cümledeki düşüklük ayarmatör söz yazarlarını pek sevindirmişti üstelik)

bense "nasıl zor şimdi tanışmak başka biriyle, yeniden kurmak o devrilen cümleleri... anlatmak kendini, ilk kez anlatır gibi, dinlemek herşeyi, unutması zor olsun diye" bir parçayla kabullenmiştim hande yener'in varlığını. öyle ki, "sevdiğim film hangisi, en sevdiğim şarkı, şiir, şair, yazar, çizer, siler, bozar zamanın silgisi. silse yine iyi. tükenmiş bir kalem inadında kalır izi, sen boşver, sen. boşvermez bizi" diyordu "nasıl zor şimdi" diye ekleyerek.

tam da ben "yeniden birine nasıl..." diye kıvranırken.


sonra hande kızımız delirdi ve "nasıl delirdim" diye bir albüm çıkardı. "kavga etmez, sever beni romeo. sabaha kadar kucaklar beni romeo" diye haykırdı bu albümünde, kendi romeo'sunu bulmuş olmanın sevinciyle.

üstelik kimseye hesap vermesi gerekmediğini de onunla ilgili sorulan sorulara gerektiği kadar yanıt vererek, "
garson o, ehehe, garson işte, garsoon garsooon" diye suratına düzenli aralıklarla gerçeği vurmaya çalışan insanlara da eline mikrofonu alıp naciye parçasını söyleyerek. (bkz: #10909930)


kendini, varlığını geçmişini inkar etmediğini söylüyor işte hande yener naciye parçasını coverlayarak.

hakkında atıp tutulan bin türlü fikrin karşısında da son olarak okan bayülgen'in programında izlediğim kadarıyla da gülüp geçiyor, susuyor.

doğru adamlarla çalışıyor, doğru kararlar veriyor ve içinde olduğunu iddia edip durduğumuz varoş ruhunun tam aksi bir ruh yapısında olduğunu kendi "handeland"inin hakimi olarak gösteriyor.

kendini çirkinleştirmekten korkmayarak ağzı 5 karış açıp kaset kapağı fotoğrafı çektiriyor. son albümünün ilk klip parçası kibir'de şekilden şekle giriyor. (kelepçe klibinin yönetmeni ile tekrar çalışmış)

kafamıza vura vura fikirlerimizi değiştiriyor. zira kendisi bir gün beni enteller de dinleyecek derken sınıf savaşında olmadığını, müzikal anlamda başka bir yerde olduğunu söylüyordu bence. ilk albümlerinde eline geçiremediği gücünü şimdi geçirdiği için de son iki albümünde tokmağı geçiriyor kafamıza.


oben budak'ın (ismini anımsamıyorsunuzdur, zira kendisi bir müzik eleştirmeni değildir *) albüm hakkında sabah gazetesinin cumartesi ekinde "2002-2003 müzik soundunu 2007 model albümünde taşıması garibime gitti" demesi ise bence talihsiz bir açıklama. zira albüm için bunca parayı döken erol köse bu kadar şeyi kabul ettikten sonra sound konusunda da eminim ki hande yener'i kısıtlamaya kalkmamıştır. bu hande'nin müziğidir ve handeland'indir. yiyen yer, yemeyen paket yaptırıp küçük oğluna götürür.

üstelik 80'lerin disco/dance müziğini evirip çevirerek önümüze koyan madonna nasıl ki bu tarzın yeniden tutulmasını sağlıyorsa hande'de de aynı gücün olduğuna inanıyorum türkiye'de. zaten müziğini de demode bulmuyorum.

şimdi uzun zamandır klasikler haricinde pek yüzüne bakmadığım türkçe müzik arşivime bir albüm daha ekliyorum keyifle.

*

ek olarak; romeo genç, romeo güçlü. sabaha kadar da kucaklar onu romeo, romeo.

eğer ki çocuk kalkıp kendisine "ben romeo, gerçek aşkın savaşçısı. yalnızlık bitti, sil gözyaşlarını!" demişse de bizi neden geriyor romeo?

şahsen ben oğlanı beğendim. yani yiğidi öldür, hakkın yeme, güzel çocuk. tabi ben olsam gider bana yazılırdım ama kızımız, onu seçmiş.

hoş, arkadaşlar arasında benim için sawyer gibi çocuk derler ama kısmet işte. çocuklar birbirlerini görmüş, beğenmiş. bu durumda bize de bok yemek düşer.