Pazar, Aralık 27, 2009
Çamur
Cumartesi, Kasım 28, 2009
Çekirdek aile laneti
Cumartesi, Ekim 24, 2009
Paper creep kardeşim...
Cuma, Ekim 23, 2009
Bir garip anti-kahraman
Salı, Ekim 06, 2009
Moda'da...
Evin önünden geçerken en az Bâlâ ve Marsha kadar özlemiş olduğumu farkettim o evi... Martiniyi, makarnayı, Sumatra'yı, Whoopi'yi, çorapla giydiğim parmak arası terlikleri, Demeter'i...
Belki de özlediğim mekan, kişi ya da eşyalar değil, zaman. Sumatra gibi dokundu bana o an, tam içime, tam ortasına dokundu. Moda dokundu.
Kadıköy/Moda bana her zaman ayrı bir dokundu. Bu yüzden hep hızlı hızlı yürüdüm o yolları. Kadıköy meydana kadar tuttum nefesimi...
Salı, Eylül 29, 2009
Güzeldi işte saçların...
İlk anda onlar çekti dikkatimi zaten. Onlara baktım uzun uzun. Sonra çok kereler başka ellere, başka parmak aralarına değdiği düştü aklıma, vazgeçtim hemen düşünmekten.
Ama güzeldi işte saçların.
Bakma sen, afilli bir intihar gecesiydi aslında seni gördüğüm gün. Korkağım ama bilirsin, yapamam. İşin ucunda biriktirilmiş onca giz var, öldükten sonra bulunup elden ele dolaşacak. Ölmedim. Buralarda bir yerdeyim. Korkma, dokunmak için hamle yapmayacağım saçlarına bir daha.
Ama güzeldi işte saçların... Ne yazık ki hâlâ çok güzel!
Pazartesi, Eylül 28, 2009
Durum analizi...
Artık daha iyi hissediyor kendini. Birkaç sene önce olsa zor olurdu. Yaşı da ilerledi tabii. Eski heyecanı, ateşi kalmadı.
Büyüdükçe daha da soğukkanlı oluyor. Bazen korkmuyor değil bundan. Duygusuz, hissiz bir şey mi oldu ne? Yok canım, o kadar da değil. Arada bir heyecanlanıyor.
En son ne zaman anımsamıyor ama, olmuştur işte bir ara. Hımmm, evet. Sanırım çok sevdiği bir şeyi dinlerken, bir de bir e-posta aldığında kalbi atmıştı. Aşktan değil yahu, alakası yok. Öyle mini bir sevinçti.
Kötü mü yahu durum o kadar? Yok canım, değildir. Korkutmayın kızı, az biraz gaz verin.
Cumartesi, Eylül 26, 2009
Bir yerde de iyi oldu...
Gecenin başıydı ama ondan daha güzel değildi.
Pazartesi, Eylül 21, 2009
Hırka
Evden hiç çıkmadığı zamanlar geldi. Kalkıp yine iki dirhem bir çekirdek, kravat, ceket giyinmek istiyordu. Mümkün olsa fötr şapkasını alıp vuracaktı yollara, koşacaktı o mahkeme senin, bu mahkeme benim.
Yine birgün, pantalonunu, gömleğini giymiş, kravatını takmış, ceketini geçiriyordu üzerine. Gittim dolabımdan hırkamı aldım. Bak dedim, bu da gayet ciddi, lacivert. Takımınla da uyuyor, bunu giy. Kıyamazdı bana, sözümü dinlerdi. Giydi. Alışık değildi pek hırka giymeye. Yine de giydi.
Sonra sevdi bu hırka olayını, başka hırkalar da giymeye başladı ama en çok "hadi babacık, bak çok güzel" deyip aldırdığım o lacivert hırkayı giydi.
Belki de anımsıyordu o günü...
Yağmur yağıyor şimdi İstanbul'a.
"Ah be kızım, şunu içeceğine, her gün akşam senle bir kadeh kaldırsak daha güzel olurdu" dediği sigarayı içtiğim için pencerem açık ve üşüyorum. Kalktım, o hırkayı giydim ben de. Artık üşümüyorum.
Pazar, Haziran 28, 2009
EfesOneLove'da biri ile tanıştım
Adı: James
Soyadı: Stelfox
Lakabı: Stel
Olayı: Pek şeker
Görevi: Bas gitarist
Çaldığı grup: Starsailor
En son ne zaman gördün?
21 Haziran 2009'da
En son nerede gördün?
Santralistanbul, Eyüp, İstanbul/Türkiye
İlk gördüğünde ne yaptın?
Çantamda fotoğraf makinemi aramaya başladım ve makineyi bulunca birkaç fotoğrafını çekip bir sigara yaktım.
Salı, Haziran 16, 2009
Tık tık tık
İnsanın kendi evi gibisi yok. Buranın tadı bir başka.
Salı, Mart 10, 2009
Nâmüsait Apokaliptik Yayla'daki son piknik
Durması bir işe yarıyor mu? Aslına bakarsanız uzun zamandır hiç yazı yazılmamış bir blogda kar-zarar mantığı aramanın hiç alemi yok. Duruyor işte. Kalıp gitmesinin ne bana ne bir başkasına artı-eksi etkisi yok.
Düzenli, tertipli insanlar farklı bloglara farklı içerikler ekler, ilgisiz içeriklerin aynı yerde karmaşa içinde kaybolmasındansa başka siteler üzerinde değerlenmesini sağlar.
Eğer kategorilere bölünebilecek fonksiyonel bir tasarım seçmiş olsaydım vaktinde belki bu mümkün olurdu; yani tek bir yerde her telden çalmak. Ancak her zamanki gibi geleceği hesap etmeden hareket ettim.
Tasarım değiştirilemez, evrilemez mi? Yapılır. Takla bile attırılır ancak öncesinde girdiğim yazılara bakıyorum da, buradan ne köy olur, ne de kasaba.
Şu dağınık halleri bile sonradan oluşturulmuş düzenden daha efendi duracaktır, eminim.
Hem onca yıldır öğrenemedim mi, gerektiğinde yırtıp-silip atmasını?
Bu nedenle daha özgür yazacağımı düşündüğüm bir başka bloga geçiyorum.
Belki orada her şeye yeni başlamış olmanın hevesi ile yazma disiplini de kazanırım, kim bilir...
Nâmüsait Apokaliptik Yayla'nın içeriği ile, yazma kafası ile, şu an görmediğiniz silinen bazı yazıları ile, adı ile, anlamı ile içimdeki değerinde eksilme yok.
Sadece şimdiki kafamla, vaktinde içinde özgürce koştuğum, taklalar attığım, küfürler ettiğim, teşekkürler aldığım yaylanın tadını kaçırmak istemediğimden bırakıyorum.
Elbette bundan sonraki hiçbir yerde buradaki kadar içten, fütursuz; buradaki kadar "ben" olmayacağım. Söz, yayladaki yaylada kalacak.
Eğer hala bir okuyucusu varsa buranın, tut-çek'i bozana kadar tıklayabilir; site sahibinden sonsuz izin!
Hoşçakalın.