Ne ki şimdi bu?

Bu blog 2005 yılının Mayıs ayından beri tutuluyor. Kayıtların bir kısmı elimizde olmayan nedenlerle silindi. Kullanıcı Blogger ailesine 2008 yılında katılmış gibi görünüyor olabilir, siz ona inanmayın. Hem yazı hem fotoğraf olsun, bu ne kuru blog derseniz sizi Çalışmak Adamın Karakterini Bozar adlı Tumblr blogumuza alabiliriz.


Pazar, Aralık 27, 2009

Çamur

...

Eğer bilmeseydim nasıl bir pisliğin içine bulaştığını, hâlâ vardı kenarda senin için bir yer, eski günleri yad etmelik, ama şimdi biliyor ve üzülüyorum senin adına. İnsanın kendine bu kadar hoyrat davranabilmesi için kendinden gerçekten nefret ediyor olması gerek...


Ellerin o kadar kirli ki temizlenmeye çalıştıkça daha da berbat ediyorsun her şeyi. Tüm o hırçınlığın, boşvermişliğin o çamurun içinde debelenip durmaktan. Bırak bari kurusun çamurlar, zamanla dökülsün derinden...


Parmak uçların cerahat akan bedenlere dokunmaktan yaralı, bakışların donuk. Artık anlıyor ve cansız bedenini geçmişin hüzünlü kollarına bırakıyorum.


Merak etme, söylemeyeceğim kimseye. Hep bir sır olarak kalacak bu. Sen bile bilmeyeceksin...
...

Cumartesi, Kasım 28, 2009

Çekirdek aile laneti

Büyük büyük anneli-babalı, dayılı, amcalı, halalı, teyzeli bayramlar dilerdim kendime bir dilek hakkım olsaydı. Öyle olsaydı tüm diğer dileklerim gerçekleşirdi kendiliğinden belki. Şimdi her olmayan şeyi olmayışlarına bağlamazdım belki böylece. Kıskanmazdım kocaman aileleri, kapını önüne biriken ayakkabıları.

Cumartesi, Ekim 24, 2009

Paper creep kardeşim...

Bugün bir ileti dizisine bakmak isterken her zamanki gibi ilginç bir anahtar kelime kullandım: gözlerinden öperim. Hikayesi uzun. Gel gelelim, hatta gel hiç gitmeyelim, çok eski bir e-mail yazışmasına denk geldim. Bir arkadaşım, -dememe bakmayın, manyağın biri. nerden musallat oldu başıma bilmiyorum- bana oldukça sitemkâr bir e-mail atmış. Vay efendim ben nasıl onu anlık mesajlaşma listemden silerim de, vay ben bunu nasıl yaparım da, vs. Vermiş veriştirmiş, yazmış döşenmiş. İlginç bir kafadaydı o arkadaşım. -Bak hala arkadaşım diyorum, değerimi bil- 

Uzakta, evlerin küçük, ışıklı kutucuklar şeklinde görüldüğü koccaman uzun ince sitelerden birinde oturuyordu. Ben site kafasını sevmem, bilirsiniz. Ver bana mahalle, ver oradan bir manav, bir tuhafiye, bir nalbur, yap gönlümü, o derece. O da artık evden mi kavulmuş nedir, yalnız başına tanımadığı etmediği bir muhitte oturuyor, geceleri yıldızlara bakıp dumanlanıyordu. İşim gücüm mü yoktu yoksa canıma mı susamıştım bilmem, oturur dinlerdim onu. Derdini anlatır, arada James Holden'dan set gönderir, tekrar dumanlı kafasına dönerdi. Bak, şimdi aklıma geldi. James Holden'ı da onun sayesinde dinlemiştim ilk. Sene 2006-2007. 

Peki bunca şeyi neden anlattım? Hemen söyleyeyim. Yazışmanın sonunda cevabımdan tatmin olmamış belli ki, hoş bir kıssadan hisse ile bitirmiş sözlerini. En sonunda da yemedim, yemeyeceğim, yedirtmem demiş. 

Bak güzel arkadaşım, samimiyetsiz duruyor biliyorum ama buna sen beni mecbur ettin. -Bu arada, bir türlü dili "mecbur" demeye dönmeyen bir arkadaşım var, "mevjur" diyor. Bir tanesi de falan filan yerine falam filam. Var mıdır, bir çaresi? - Vallahi de billahi de seni silmedim ama gel gör ki, e-postanı yıllar sonra okuyunca içim acıdı. Hele Ayten meselesi falan, kalbime iniyordu az kalsın. Gel etme, eyleme. Anlatayım sana derdimi. Bir tane e-posta adresin var bende ama, zannediyorum hakkın rahmetine kavuşmuştur. Paper creep misin, recep misin, nesin? Bir ara ulaş bana. Vallahi bir şey yapmayacağım. 


Cuma, Ekim 23, 2009

Bir garip anti-kahraman

Eminim yapacak daha iyi bir seyler vardir ancak hic farketmeden bir rutine girdi. Bugun yaka karti elindeyken boynundaki karti aranarak kapidan gecmeye calisinca anladi. Aliskanlik en kotusu.


Ne zaman ki, bir deprem olacak iste o zaman yikiliverecek. Eskisi gibi dayanikli degil. Belki bir artci bile yetecek.


Yaklasik bir sene once demisti: sadece kendini kurtarmaya yetecek kadar kursunu kaldi. Hayir, hala superman degil.


Hicbir zaman gercek bir super kahraman olamayacak. Bir anti-kahraman olabilir belki. Her seyi birbirine karistiran ve cevresindekilerle birlikte kendi basini da surekli derde sokan.


Sonsuz bir guven duygusu var ama icinde yine de. Bir gun harika seyler olacak ve kendisi de buna inanamayacak.

Salı, Ekim 06, 2009

Moda'da...


DSC05356, originally uploaded by elkeschmitter.

Evin önünden geçerken en az Bâlâ ve Marsha kadar özlemiş olduğumu farkettim o evi... Martiniyi, makarnayı, Sumatra'yı, Whoopi'yi, çorapla giydiğim parmak arası terlikleri, Demeter'i...

Belki de özlediğim mekan, kişi ya da eşyalar değil, zaman. Sumatra gibi dokundu bana o an, tam içime, tam ortasına dokundu. Moda dokundu.

Kadıköy/Moda bana her zaman ayrı bir dokundu. Bu yüzden hep hızlı hızlı yürüdüm o yolları. Kadıköy meydana kadar tuttum nefesimi...

Salı, Eylül 29, 2009

Güzeldi işte saçların...

Güzeldi saçların. Korkma, rengini söyleyip ifşa etmeyeceğim seni elaleme. Sonra kendimi de afişe etmek var işin ucunda hem. Ama güzellerdi işte. Güzel.

İlk anda onlar çekti dikkatimi zaten. Onlara baktım uzun uzun. Sonra çok kereler başka ellere, başka parmak aralarına değdiği düştü aklıma, vazgeçtim hemen düşünmekten.

Ama güzeldi işte saçların.

Bakma sen, afilli bir intihar gecesiydi aslında seni gördüğüm gün. Korkağım ama bilirsin, yapamam. İşin ucunda biriktirilmiş onca giz var, öldükten sonra bulunup elden ele dolaşacak. Ölmedim. Buralarda bir yerdeyim. Korkma, dokunmak için hamle yapmayacağım saçlarına bir daha.

Ama güzeldi işte saçların... Ne yazık ki hâlâ çok güzel!

Pazartesi, Eylül 28, 2009

Durum analizi...

Ne kadar az zaman bırakırsa kendine, düşünmeye o kadar az zamanı olur. Şimdilik güzel bir adım atmış bulunuyor, henüz kimsenin haberi olmasa da.

Artık daha iyi hissediyor kendini. Birkaç sene önce olsa zor olurdu. Yaşı da ilerledi tabii. Eski heyecanı, ateşi kalmadı.

Büyüdükçe daha da soğukkanlı oluyor. Bazen korkmuyor değil bundan. Duygusuz, hissiz bir şey mi oldu ne? Yok canım, o kadar da değil. Arada bir heyecanlanıyor.

En son ne zaman anımsamıyor ama, olmuştur işte bir ara. Hımmm, evet. Sanırım çok sevdiği bir şeyi dinlerken, bir de bir e-posta aldığında kalbi atmıştı. Aşktan değil yahu, alakası yok. Öyle mini bir sevinçti.

Kötü mü yahu durum o kadar? Yok canım, değildir. Korkutmayın kızı, az biraz gaz verin.

Cumartesi, Eylül 26, 2009

Bir yerde de iyi oldu...

Gecenin başıydı, henüz alkol oranı yükselmemişti. Elini tutuyordu. Bir yerde de iyi oldu.

Gecenin başıydı ama ondan daha güzel değildi.

Pazartesi, Eylül 21, 2009

Hırka

Onunla geçirdiğimiz son kışta giydiği lacivert hırkayı buldum. Aslında benim hırkamdı. O zamanlar nedense her şeyi kendime birkaç beden büyük almayı seviyordum. Sonra giymemeye başladım.

Evden hiç çıkmadığı zamanlar geldi. Kalkıp yine iki dirhem bir çekirdek, kravat, ceket giyinmek istiyordu. Mümkün olsa fötr şapkasını alıp vuracaktı yollara, koşacaktı o mahkeme senin, bu mahkeme benim.

Yine birgün, pantalonunu, gömleğini giymiş, kravatını takmış, ceketini geçiriyordu üzerine. Gittim dolabımdan hırkamı aldım. Bak dedim, bu da gayet ciddi, lacivert. Takımınla da uyuyor, bunu giy. Kıyamazdı bana, sözümü dinlerdi. Giydi. Alışık değildi pek hırka giymeye. Yine de giydi.

Sonra sevdi bu hırka olayını, başka hırkalar da giymeye başladı ama en çok "hadi babacık, bak çok güzel" deyip aldırdığım o lacivert hırkayı giydi.

Belki de anımsıyordu o günü...

Yağmur yağıyor şimdi İstanbul'a.

"Ah be kızım, şunu içeceğine, her gün akşam senle bir kadeh kaldırsak daha güzel olurdu" dediği sigarayı içtiğim için pencerem açık ve üşüyorum. Kalktım, o hırkayı giydim ben de. Artık üşümüyorum.

Pazar, Haziran 28, 2009

EfesOneLove'da biri ile tanıştım


DSC07972, originally uploaded by elkeschmitter.

Adı: James
Soyadı: Stelfox
Lakabı: Stel
Olayı: Pek şeker
Görevi: Bas gitarist
Çaldığı grup: Starsailor

En son ne zaman gördün?
21 Haziran 2009'da

En son nerede gördün?
Santralistanbul, Eyüp, İstanbul/Türkiye

İlk gördüğünde ne yaptın?
Çantamda fotoğraf makinemi aramaya başladım ve makineyi bulunca birkaç fotoğrafını çekip bir sigara yaktım.

Salı, Haziran 16, 2009

Tık tık tık

Sakin, sessiz bir yaz akşamında blogun kapısını araladım ve içeri girdim. Oh! Bir ferahlık, bir rahatlık anlatamam.

İnsanın kendi evi gibisi yok. Buranın tadı bir başka.

Salı, Mart 10, 2009

Nâmüsait Apokaliptik Yayla'daki son piknik

Blogu bırakıp bırakmama arasında kararsızım. Daha doğrusu yayından tümüyle kaldırıp kaldırmama arasında kaldım.

Durması bir işe yarıyor mu? Aslına bakarsanız uzun zamandır hiç yazı yazılmamış bir blogda kar-zarar mantığı aramanın hiç alemi yok. Duruyor işte. Kalıp gitmesinin ne bana ne bir başkasına artı-eksi etkisi yok.

Düzenli, tertipli insanlar farklı bloglara farklı içerikler ekler, ilgisiz içeriklerin aynı yerde karmaşa içinde kaybolmasındansa başka siteler üzerinde değerlenmesini sağlar.

Eğer kategorilere bölünebilecek fonksiyonel bir tasarım seçmiş olsaydım vaktinde belki bu mümkün olurdu; yani tek bir yerde her telden çalmak. Ancak her zamanki gibi geleceği hesap etmeden hareket ettim.

Tasarım değiştirilemez, evrilemez mi? Yapılır. Takla bile attırılır ancak öncesinde girdiğim yazılara bakıyorum da, buradan ne köy olur, ne de kasaba.

Şu dağınık halleri bile sonradan oluşturulmuş düzenden daha efendi duracaktır, eminim.

Hem onca yıldır öğrenemedim mi, gerektiğinde yırtıp-silip atmasını?

Bu nedenle daha özgür yazacağımı düşündüğüm bir başka bloga geçiyorum.

Belki orada her şeye yeni başlamış olmanın hevesi ile yazma disiplini de kazanırım, kim bilir...

Nâmüsait Apokaliptik Yayla'nın içeriği ile, yazma kafası ile, şu an görmediğiniz silinen bazı yazıları ile, adı ile, anlamı ile içimdeki değerinde eksilme yok.

Sadece şimdiki kafamla, vaktinde içinde özgürce koştuğum, taklalar attığım, küfürler ettiğim, teşekkürler aldığım yaylanın tadını kaçırmak istemediğimden bırakıyorum.

Elbette bundan sonraki hiçbir yerde buradaki kadar içten, fütursuz; buradaki kadar "ben" olmayacağım. Söz, yayladaki yaylada kalacak.

Eğer hala bir okuyucusu varsa buranın, tut-çek'i bozana kadar tıklayabilir; site sahibinden sonsuz izin!

Hoşçakalın.