Ne ki şimdi bu?

Bu blog 2005 yılının Mayıs ayından beri tutuluyor. Kayıtların bir kısmı elimizde olmayan nedenlerle silindi. Kullanıcı Blogger ailesine 2008 yılında katılmış gibi görünüyor olabilir, siz ona inanmayın. Hem yazı hem fotoğraf olsun, bu ne kuru blog derseniz sizi Çalışmak Adamın Karakterini Bozar adlı Tumblr blogumuza alabiliriz.


Pazartesi, Mart 21, 2011

Hızla iyileşmek buysa...

Doktora diyorum, ben iyiyim. İyisin iyisin, hızla iyileşiyorsun diyor ancak ilacı basıyor. Serumu bitti, şurubu geldi. Şurubunu kapatamadan, vitamini eklendi. Yetmedi, şimdi bir de avuç büyüklüğünde hapları ikişer ikişer sabah-öğle-akşam içiyorum. Ne idüğü belirsiz bir sandoz türü ilaç da üzerine cila; günde dört defa! Üstelik hepsi tok karnına. Ne o, karaciğeri topluyoruz. Ulan ne toplanmaz ciğermiş bu?!

İlaç içmek için düzenli beslenme tavan yaptı. Ben hayatımda bu kadar ilacı birarada görmedim ama şimdi yemekten sonra bitmek tükenmek bilmeyen bir ritüelim; ilaç seansım var. "Kahve yok, sigara yok, sokak yok, ne var lan it?" durumu bir nevi. Bitecek sonunda ama dönüşüm ne yazık ki pek de muhteşem olmayacak zira pek çok şeyden de soğudum bu aralıkta.

Öyle işte...

Hâlâ hissediyorum karaciğerimi. İlginç bir duygu. Biraz fazla hareket etsem, hareket dediğim banyo yapmak, günlük bakım gibi basit şeylerde bile dalağım da göz kırpıyor hemen. Tamam, seni de unutmadık. Gel, senin de okşayayım başını, lanet olsun.

Salı, Mart 15, 2011

Sen de gitme

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Güneş sayesinde ev ışıl ışıl. Tülün arasından sızan güneş ışığı evin içinde türlü oyunlar yapıyor. Kedi mutlu, her gün annemin koyduğu bulgur tanelerini yemeye gelen kuşların uğrak yeri pencerenin kenarında uyukluyor.

TRT gündüz kuşağında güzel diziler var. Biri "Sen de Gitme". Bildik, usta oyuncular... Temiz bir senaryo. Hani, "halk bunu istiyor" deniliyor ya, bu diziyi prime time'a koysalar, biraz da pompalasalar aynı halk bu diziyi de izler aslında. Neyse... konumuz bu değil elbet.

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Okulu asmış gibi hissediyorum kendimi. Sene 2004. Ziverbey'deyim. Şimdi o pembe köşkte arkadaşlarım, şu saatlerde öğle yemeğindeler yüksek ihtimal. Müjdat Hoca ailelerinden, yuvalarından ayrı kalmayı göze alarak binbir hayalle İstanbul'a gelmiş tiyatro gönüllüsü öğrencileri için ev ortamından uzak kalıyorlar diye öğle yemeklerini porselen tabaklarla, cam sürahilerle servis yaptırıyor yemekhanede. 4 kişilik masalarda yemek yiyorlar... Ardından bahçeye çıkacak, ellerinde ince belli cam bardaklarla yemek sonrası sohbetleri yapacaklar...

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Okulu asmış gibi hissediyorum kendimi. Sene 2001. Öğleden sonra iptal olan dersimi bahane ederek Ziverbey'deki duraktan atlıyorum bir 128'e, dönüyorum kendi yakama, Avrupa'ya... Fındıklı'da arkadaşlarım. MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi'nin kapısından güvenlik görevlileri ile şakalaşıp kimlik göstermeden geçip, Resim-Heykel yönünde seyirtiyorum. Kızlar tam kadro rıhtımda. Günlük dedikoduları alıp çantamdan bir Kısa Camel Soft çıkarıp yakıyorum Boğaz'a karşı. Dünyaya bu yakadan bakmanın tadı başka. 

O sıralar "sen de gitme" diyeceğim, gitmesi ile yıkılacağım, kahrolacağım kimse yok... En azından ben bilmiyorum. 2003'teki ön gösterimden sonra asıl gösterim 2005'in Mayıs ayında gerçekleşecek. Benim bundan henüz haberim yok.

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Okulu asmış gibi hissediyorum kendimi. Sene 1999. Sıraselviler'deyim. Okuldan çıkıp tabanlarım acıya acıya dik yokuştan aşağı iniyorum. Pat pat pat... Ayağımda lacivert spor ayakkabılarım, sırtımda yeşil spor çantam. Saçlarım kısa. Böyle erkek çocuğu gibi. Üzerimde turuncu bir tişört, polar bir yelek. Rıhtım'dan içeri giriyor, yine bir sigara yakıyorum. Benim baktığım yönden dünya çok güzel o sırada. 2001'den, 2003'ten ve hatta 2005'ten habersizim. 

O sıralar "sen de gitme" diyeceğim biri var mı, varolduğunu mu zannediyorum, emin değilim. Lise zamanından kalma bir aşk kırıntısı belki. Aşk zannediyorum yüksek ihtimal. Şimdi güzel giden evliliğinden dolayı mutlu olduğum, sonunda başardığı için gururlandığım hayta mı hayta, inatçı mı inatçı bir oğlan. Canımın içi. Çocukluğum, dert ortağım, yol arkadaşım. 

Bahardan kalma bir gün... hastanedeyim. Her şeyi asmış gibiyim ama zaman da durmuş. Sene 2011, günlerden 12 Mart. Ecem Tuğba'nın Kayra ile nikahı var. Gidemiyorum. "Sen de gitme" diyeceğim kimse yok.

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Okulu asmış gibi hissediyorum kendimi ama sene 2011, günlerden 15 Mart ve okul artık yok. Feryadımın babası bir gün önce ani bir kalp krizi ile vefat etmiş. Hastalığım nedeniyle evden çıkamıyor, Lüleburgaz'daki bugün gerçekleşen cenazeye gidemiyorum. Feryadım için zor bir gün. Orada olamamak kötü. 

Bahardan kalma bir gün... evdeyim. Okulu asmış gibi hissediyorum kendimi ama sene 2011 ve ben artık okuldan çok uzaktayım. Bir dolu insan gitmiş, ben kalmışım. Bunca giden arasında "sen de gitme" diyeceğim biri olmuş mu? Birine demiştim sanki.... Bir daha hiç demedim. Bir daha diyecek kimse çıkmadı ama sizin diyeceğiniz birileri vardır elbet. Benim yok ama sizin varsa gerçekten, söyleyin istiyorum. Gitme deyin. Gitsin. Gitsin ama en azından bilsin. Gitsin ama siz söylemiş olun. Sonra bunu demediğinize üzülmeyin.